Batı’nın elinde son kale: Makine

Endüstri 4.0 kavramı, bir süredir gündemi en fazla meşgul eden konulardan biri. Gün geçmiyor ki bu konuya dair bir makaleye, beyanata veya tartışmaya şahit olmayalım ve bunlar arasındaki çelişkiler zihnimizi zorlamasın. Bu kavramı içselleştirmek bir tarafa; anlamak için dahi ne kadar gayret edersek, yazılıp çizilenleri ne kadar çok okur, sorgular ve tatbikatı nasıl olacak diye sorgularsak, bir o kadar daha yeni soru ve eksikle yüz yüze kalıyoruz.

 

Endüstri 4.0 bir kavram olarak, hangi nesnel gerçekliğin ya da olgunun beynimizdeki yansımasını sağlayacak? Yeni bir endüstriyel çağa adını veren bu kavramın, yepyeni bir üretim kültürü olarak tanımlanması zihinlerde nasıl karşılık buluyor? Dijitalleşme, nesnelerin interneti, büyük veri, yapay zeka gibi son dönem fenomenleri ile esnek olsa da bağlılık içeren etkileşimi nasıl olacak? Karmaşık buluyoruz, bir türlü kafamızda netleştiremiyoruz, ya abartıyor ya da indirgiyoruz. Bazılarımız evde süt bitince markete sipariş verecek bir buzdolabına sahip olmayı, bazılarımız bunların üretileceği insansız, karanlık fabrikaları hayal ediyoruz. Nerdeyse “makineler çalışacak, biz yan gelip yatacağız” diye, hiçbir iş yapmayacağımız bir dünya düzeni tasavvur edenler var. Kim bilir, belki de varoluşu doya doya sorgulayabilen bir filozoflar dünyasına kavuşacağız.

 

Bu durumun kaynağı bilgimizin veya kabiliyetlerimizin yetersizliği, düşünme biçimimizin elverişsizliği değil. Tam tersine bu durum, kavramın içinin henüz ortaya atanlar tarafından dahi doldurulamamış olmasından kaynaklanıyor. Göstergelerden anlıyoruz ki, teknoloji yarışında liderliği kaybetme korkusuna kapılanlar yeni kavramlarla yarattıkları kaotik ortamı, kendi lehlerine olacak yeni düzenlere dönüştürme gayreti içindeler.

 

Yüksek teknoloji üretim yeteneği bir ülkenin endüstriyel bakımdan gelişmişliğinin bir göstergesidir. Hangi ürün veya ürün gruplarının yüksek teknolojiye işaret ettiğinin tanımını yapan OECD, hesaplamada sektörlerin cirolarının ne kadarını ar-ge’ye ayırdığını baz alır. Birleşmiş Milletler ise STIC Revizyon 3 sınıflandırmasında dokuz sektörü yüksek teknolojili ürünler olarak öne çıkarır; listede elektronik, iletişim, bilgisayarlar, bilimsel araç ve gereçler büyük yer tutar. Öte yandan yüksek teknoloji ile üretilen ürünlerin kendi teknoloji seviyelerini klasmana dâhil etmez; örneğin otomobilleri yüksek teknoloji ürün olarak saymamaktadır.

 

Bu sınıflandırma kapsamında; istatistikler Çin’in, son 15 yılda gerçekleştirdiği hamleler ile ABD ve Almanya’nın toplamından daha fazla yüksek teknoloji ürünü ihraç eder hale geldiğini gösteriyor. 2016 verilerine göre dünya toplam yüksek teknolojili ürün ihracatının yüzde 24’ünü Çin yapıyor. ABD ve Almanya’nın toplamı ise yüzde 18 seviyelerindeyken, Tayvan’ın kendi ihracatı içinde yüksek teknolojili ürün payı yüzde 45, Güney Kore’nin yüzde 28’e yükselmiş bulunuyor.

 

2000 yılında elektronik ve iletişimde yüksek teknolojili ürünlerde ABD-Almanya-Japonya’nın toplam ihracatı 83 milyar dolar kadarken Çin-Tayvan-Kore’nin toplamı bu rakama eşitmiş. 2016’da Çin-Tayvan-Kore’nin ihracatı 620 milyar dolara çıkarken, ABD-Almanya-Japonya’nın ihracatı 63 milyar dolara gerilemiş. Bilgisayar ve elektronikte de durum bu kadar dramatik. Batı açısından bakıldığında, sosyal maliyetlere rağmen küreselleşme ve kar maksimizasyonu tutkusu yüzünden bu savaş çoktan kaybedilmiş görünüyor.

 

Geriye tek bir kale kalmış görünüyor; o da makine imalatı, daha doğrusu makine imalat teknolojisi. Çünkü imalat uzun süre önce Doğu’ya kaydı, şimdilerde ise geri alınmaya çalışılıyor. Makine sektöründe yüksek teknolojili ürün ihracatına baktığımızda, 2000 yılında 4,2 milyar dolar olan Çin-Tayvan-Kore ihracatı toplamının, 2016’da 19,5 milyar dolara yükseldiğini görüyoruz. ABD-Almanya-Japonya üçlüsünde ise 18,5 milyar dolardan 26,5 milyar dolara yükselmiş durumda. Rekabet bıçak sırtında ve eğer yeni araçlar işe katılmazsa, Batı’nın bu yarışı kısa zamanda kaybedeceği çok açık.

 

Aslında bilgisayarın hayatımıza girmesinden ve özellikle 1993’de internetin kamunun kullanımına açılmasından itibaren dijitalleşme, yazılım ve akıllanmış veya akıllanabilecek her şey insanlığın yoğun ilgi alanındaydı. Dijital çağ 30 yıldır telaffuz edilen bir tabirdi ve daha önce en fazla katma değer yaratan elektronik teknolojisi bu dönemde yerini yazılıma, yazılım da yerini bilişime bırakıyordu. Dijital çağ kavramı evrilmiş, bilgiyi düzenli biçimde işleyip, toplumsal, ekonomik ve bilimsel değişimin yönünü yeniden belirlediğimiz ve bir ağ toplumu oluşturduğumuz son döneme bilgi veya bilişim çağı demiştik. 

 

Şimdi endüstri 4.0’ı tartışıyoruz. Endüstri 4.0 başlangıçta Almanya’nın bir pazarlama enstrümanı olarak ortaya çıkmıştı. Obama ve Merkel 2016 Nisan’ında Hannover Fuarında bu kavramı küresel kapışmanın tam göbeğine yerleştirdiler. Almanya’nın yeni bir endüstriyel toplum tasavvurunu işaret eden bu kavramın içini, bugün hep birlikte doldurmaya çalışıyoruz. Bir kavrama anlam bulmaya çalışırken yeni kavramlar üretiyoruz. Japonlar bugün Toplum 5.0 tartışmasını önümüze koyuyor. Giderek daha hızlı dönen dünyada sermaye, emek ve yatırım ortamının üretimin ana faktörleri kalıp kalmayacağı sorgulanıyor. 

 

Gidişat gösteriyor ki, bu kavram Batı’nın kendini üstün veya rekabetçi gördüğü unsurlarla biçimlenecek. Hep olageldiği üzere, ar-ge’de sistemli çalışmanın getirdiği bütün bilgi, yenilik ve tasarımlar yeni dediğimiz endüstriyel çağın nasıl yaşanacağını tarif edecek ve tüm toplumları şekillendirecek. Tek farkla… Birinci çağda olduğu gibi buharın gücünü kullanmak, ikincideki gibi elektrik yardımıyla seri üretime geçmek veya üçüncüyle özdeşleşen elektronik ve otomasyon gibi somut bir dönemece dayanmıyor. Biz aslında yıllardır yaşamakta olduğumuz bir dönüşüm sürecine isim bulmaya çalışıyoruz.

 

Bir büyük gazetemizde kavramı inceleyen ve yeni nesil sanayiciliğin gereği olarak ortaya koyan haberden kısa bir alıntı paylaşmak bırakmak istiyorum:

 

“Endüstri 4.0’ın ana bileşenlerinden ilki, Yeni Nesil Yazılım ve Donanım, yani bugünün klâsik donanımlarından farklı olarak düşük maliyetli, az yer kaplayan, az enerji harcayan, az ısı üreten, ancak bir o kadar da yüksek güvenilirlikte çalışan donanımlar ve bu donanımları çalıştıracak işletim ve yazılım sistemlerinin kaynak ve bellek kullanımı açısından tutumlu olması hedefidir. İkinci ve belki de en önemli bileşen ise Cihaz Tabanlı İnternet (İng. Internet of Things), yeryüzündeki tüm cihazların birbiriyle bilgi ve veri alışverişi için kullanıldığı, her türlü araç gerece entegre edilmiş, sensör ve işleticilerle donanmış, internet bağlantılı akıllı elektronik (siber fiziksel) sistem. Üretim sürecinde fabrikalardaki makinelerde siber-fiziksel sistemlerin kullanılması demek insanlardan neredeyse bağımsız olarak kendi kendilerini koordine ve optimize ederek üretim yapabilecek ‘akıllı fabrikalar’ demektir.”

 

Evet, Endüstri 4.0 ile üretim süreçlerinin yönetiminde makinenin odak noktasında olduğu yeni bir dönemeçten bahsediyoruz ama makine sanayinde rekabet gücünün artık sadece makine sanayiinin yetenekleriyle ölçülür olmaktan çıktığını unutmamalıyız. Makine sanayiinde gelişme, bundan sonra ancak karşılıklı ilişkilerin arttığı diğer sektörlerin gelişimiyle mümkün olabilecektir. Bugün tüm sektörler endüstriyel gelişmenin zorladığı talep ve beklentiye olumlu yanıt vermekle yükümlüdür. Bu da değişimin sadece teknikte değil, kültür ve yaşam biçimimizi de kapsayacak bir şekilde bir bütün olarak gerçekleşmekte olduğu anlamına geliyor.