İmalat mı yoksa üretim mi?

“Ürün” ile “mamul”, “üretmek” ile “imal etmek” sözcüklerini birbirlerinin yerine kullandığımız zamanlar çok olur. Bu kavramlar arasındaki farklar günlük yaşamda, hele meslekleri gereği bu konuya hiç kafa yormamış kişiler için algılanamayacak kadar küçük, hatta önemsizdir. 

 

Çevremizdeki hemen herkes bir şey üretir; mal, hizmet, en azından düşünce ve bunu bir şekilde ifade eder. Makineciler ise endüstriyel yaşamın önemli bir dalının üyeleri ve diğer tüm dallarıyla daima içiçe, kolkola bir sektörün temsilcileri olarak, bu kelimelerin hangi kavramlara karşılık geldiğinin bilinmesinin; süreçlerin tanımlanması, yönetilmesi ve verimliliklerinin artırılması için faydalı olabileceğini düşünürler.

 

Etkileşimden veya çatışmadan beslenmek

 

Bu coğrafyayı vatan kılmış bütün uygarlıklar, sosyal ve kültürel bakımdan hem Doğu hem de Batı medeniyetiyle çok yakın münasebetler içinde olmuş, kendi üzerlerinde onların değerlerini uzlaştırmış veya uzlaştırıp özümseyebileceği, kendisini ileriye taşıyacak sosyal kültürel sentezlere varmışlardır. Doğunun en Batısı, Batının en Doğusu Anadolu, muazzam iki medeniyetin diyalektiği içinde bir fikir ve ilim yatağı olma potansiyelini daima muhafaza etmiş, bu imkânı iyi değerlendirebilen toplumlar, dünyanın imrendiği bu topraklara asırlar boyu sahip olmuşlardır.

 

İletişim ve ulaşım imkânlarının bugün geldiği seviyede, fiziki veya coğrafi koşullar tarihte olduğu kadar büyük avantajlar sağlamıyor olabilir. Siyasi ve stratejik meseleleri tamamen dışarıda tutarsak, lojistik, doğal kaynak ve güzellikler, iklim gibi avantajlı yanlar da gün gelip ortadan kalkabilir. Bir başka deyişle, tez ve antitez üreten iki beşik arasında bir geçiş yolu, bir köprü kurmak için yerküredeki yeriniz eskisi kadar önemli olmayabilir ama aradaki etkileşimden veya çatışmadan beslenmek, faydayı büyütmek için ikisini de iyi anlamak önemlidir. İkisinin de bilgi ve tecrübesini kullanabilecek kadar derin ve berrak bir düşünsel yetkinliğe ve pratiğe kavuşmak elzemdir.

 

Prof. Dr. İlber Ortaylı, bir makalesinde, beşinci asırdan itibaren halkların günlük yaşamından çıkıp,  entelektüellerin ortak konuşma, anlaşma diline dönüşerek Avrupa edebiyatı ve biliminde mevcudiyetini sürdüren, devletlerin ve hukukun dili olarak asırlarca hizmet veren Latince için : “Arapça dışında hiçbir dil beşeriyetin hukuki düşüncesini Latince kadar ifade edemez, işin ilginci Arapçayı kullanan İslam hukukunda Latinlerin hukuk diliyle ilginç muhakeme yürütme ve terminoloji birlikleri vardır” der. Bu tespit, insanlığın ilerlemesi için iki medeniyetin birbirlerinin birikimlerinden istifade etme geleneğine zaten sahip olduklarını gösteren önemli bir ipucu…

 

Teknoloji yaşayan dillere yeni terimler ekliyor

 

Bugün dünyada 7 binin üzerinde dil konuşuluyor; 2,500’ü yok olma tehlikesi altında, iki haftada bir dil ölüyor. En yaygın yüz anadili insan nüfusunun yüzde 95’ini kapsıyor. 300 milyon kişinin anadili olan İngilizce en çok konuşulan dil. Bir buçuk milyar insan İngilizce biliyor, çünkü bilimin, ticaretin, teknolojinin diline dönüşmüş, küreselleşmiş, adını hangi milletten alırsa alsın insanlığa mal olmuş ve hep birlikte geliştiriliyor. 

 

Kolonyal dönem ve peşinden Endüstri Devrimi, İngilizcenin kullanımını arttıran önemli bir tarihsel süreç. İcatların çoğu o çağda İngilizlerden. On  dokuzuncu yüzyıl başında dünyanın en güçlü ve en hızlı büyüyen ekonomisine, başta tekstil ve madencilik alanında en fazla dış yatırıma sahip olması Britanya’ya “dünyanın atölyesi” (workshop of the world) ünvanının verilmesine sebep olmakla kalmamış, İngilizceyi bilinmek, konuşulmak zorunda olunan dil haline getirmiştir.

 

Teknolojik ve bilimsel gelişmeler, yaşayan dillere yeni terimler eklemeye devam ediyor. İngilizce’ye her iki yılda bine yakın yeni terim ekleniyor; Mirriam-Webster dil kurumunun son lugatı bu mecburiyetin bir göstergesi. Toplumsal yaşama dahil olan her yeni meslek, kendi jargonuyla dilleri zenginleştiriyor. 200 milyon kişiden fazla insanın bildiği, dünyanın altıncı büyük anadili, 110 bin kelimelik Türkçe de bu gelişmelere ayak uyduruyor. 6,500’ü Arapçadan, 5,300’ü Fransızcadan alınan 15 bine yakın yabancı kökenli sözcüğe her gün yenileri dâhil oluyor.

 

Sözcüklerin geleceğini endüstri belirleyecek

 

Geçtiğimiz yüzyılda bir bilime dönüşen etimoloji, kelimelerin tarihsel kökenlerini ve zaman içinde geçirdiği değişimi araştırıyor. Bugün kullandığımız sözcüklerin geçmişte insan zihnindeki hangi kavramlara denk geldiğini öğrenebiliyoruz; gelecekte neye dönüşecekleri ise köken billim de dediğimiz bu dalın işi değil. Bilakis endüstrinin işi. İmalat bugün ne, üretim neyi tarif ediyor, bunların yeni anlamları ne olacak.

 

Bizim imal etmek dediğimiz tabir, giderek küreselleşen İngilizce’de manufacture, Latince’nin manu/manus ve facuo/factus köklerinden türemiş. El ile yapmak ifadesi olarak hayata girmiş. Şimdi Webster, Oxford, Cambridge lugatları “parçalardan bir bütünü oluşturmak, sistematik ve büyük ölçekte mal yapmak, maddelere şekil vererek işe yarayacak bir şey haline getirmek” olarak tanımlıyorlar. Sektörel bir dokunuşla, daha geniş bir tarif: “İmalat, bir malın kullanmak veya satmak için, hammadde, makine, alet, işçilik, formüller, kimyasallar kullanılarak ortaya çıkarılması” şeklinde yapılıyor. Mamul de, imalattan çıkan şey.

 

Latince productio ve productionem’den gelen üretim ve ürün ise daha geniş bir tanıma sahip. Yapmak, meydana getirmek, işe yarayacak bir şeyi ortaya çıkarmak olarak türemiş üretim, şimdi çeşitli maddi veya gayri maddi girdilerden değeri olan bir çıktı sağlamak anlamına geliyor. Çıkan ürün ise bir ihtiyacı veya talebi karşılamak üzere pazara sunulabilen her şey. Yani hizmet de bir ürün, insan kaynağı da bir ürün, bilgi ve teknoloji de bir ürün; bir üretim süreci gerektiriyor. İmalatta makine ve insan şart koşulken, üretimde insan ana unsur. Birinden mal çıkarken ötekinden mal ve hizmet çıkabiliyor, mesela tarım. İmalat somutken, üretim soyut olabiliyor. İmalatın içinde çok üretim olabilirken, üretimin içinde az imalat bulunabiliyor. 

 

Ne fark eder?

 

Peki, bu kadar iç içe geçmiş iki kavramı niye sorguluyoruz? Ne fark eder, üretmek veya imal etmek birbirlerinin yerine kullanılsa ne değişir, kime ne faydası var? Bunun yanıtı biraz değer zincirinin uzunluğunun, eylemin kapsayıcılığının, süreçlerin karmaşıklığının sunduğu fırsatta yatıyor. Endüstriyel bir malın, özellikle de teknolojinin en hızlı geliştiricisi yatırım mallarının yani makinelerin arzında başından sonuna bütün süreçlerin hakimi olmak ya da bunda bir kısmı üstlenmek gibi bir ayrışmaya, en azından algıya da sebep olabiliyor.

 

Makinelerden bahsediyorsak, imalatın önü ve arkası, yani ondan önceki ve sonraki işler, hayalden gerçeğe, tasarımdan faydalı ömrün sonunda bertarafa kadar birbirini takip eden süreçlerin her biri bizim makinelerimizin merkezde durduğu, onların performansıyla başarılı olacak uzun bir değer zinciri. Toplamını üretim olarak tanımladığımız bu süreçlerin ne kadar çoğunu kendi bilgimizle yönetiyor veya yerine getirilmesini sağlıyorsak, yarattığımız katma değer o kadar çok, rekabet gücümüz o kadar yüksek oluyor.