Kuyu mu derin, ip mi kısa?
Sektörel sivil örgütlerde sorumluluk üstlenenler, mensubu oldukları kesimi en üst düzeyde temsil etmek onuruna mazhar olmuşlarsa, sadece kendi ülkelerinin ve sektörlerinin değil, rakip veya tehdit gördükleri ülke ve sektörlerin de nereden nereye geldiğini çok iyi bilirler. Yapılan doğru ve yanlışları daima bir nedensellik sorgusundan geçirmek onların yaşam felsefesidir, eleştirel bir yaklaşım ortaya koymak ve yol gösterici olmak zorunda hissettirir. Büyük fedakârlık içeren çabaları nadiren karşılık bulsa da esasen sübjektif nedenlerle değil, sektörlerinin ve toplumun beklentilerinden yola çıkarlar.
Sevgili Başkanımız Adnan Dalgakıran’ın yüksek deneyim ve takdire şayan sorumluluk bilincinin bir ürünü olan “Yüzleşme” adlı eserinin, hemen her sayfasında okurunun kafasına soktuğu hesaplaşma sorusu, “Kuyu mu derin, ip mi kısa?” tarihsel döngümüz içinde mutlaka yanıtlamamız gereken bir sorudur. Yüzleşme’nin, son cümlesiyle göreve çağırdığı genç nesillere ışık olacağına inanıyorum.
Makine bütün insanlığı aydınlatacak bir yıldız
Bundan 10 yıl kadar önce, “Türkiye’nin Makinecileri” markası ile yola devam etme kararını sektör olarak verdiğimiz ve logomuzu Türkiye’den yükselip, sadece kendi sektörünü veya ülkesini değil bütün insanlığı aydınlatacak bir yıldız olarak belirlediğimiz günlerde, hatırlıyorum, çekinenlerimiz olmuştu. Fazla iddialı bulanlar da vardı, sektörel tevazumuzla bağdaştırmayanlar da.
Oysa marka üstatlarımız, başarılı olmanın ilk şartının, tam da böyle ürkütücü bir vizyon beyanı ile meydana çıkmak, işe girişmek olduğunu salık veriyorlardı. Logomuz bir nevi taahhüt idi. Ki hep böyle algılanması dileğimizdir. Markamız ise odağına makinelerimizi değil, fakat onun arkasındaki aklı koyuyordu: Sorgulamaktan, araştırmaktan, bilmekten, söylemekten korkmayan, mücadeleden yılmayan makine imalatçımızı... Bu yıldız hepimiziz. Bu büyük ailenin her mensubu, her örgütü, her yöneticisi veya başkanı bu sorumluluğu içselleştirmek durumundadır.
Son 10 yıl, makine imalat sektörümüzün örgütsel bütünlüğünü tesis etmesi, iç ahengini pekiştirmesi ve tıkır tıkır işler hale gelmesi yönünde Türkiye’ye çok önemli kazanımlar sağladı. Sektör ortak menfaatleri etrafında uzlaştı, kenetlendi. Firmalar ve dernekler, Türkiye’den yükselen yıldızın bir parçası oldular, ışığını çoğalttılar. Sektör temsilcisi başkanlar kurumlarını dirayetle yönetip, yönlendirdi. Yaşanılan küresel sıkıntıların Türk makine imalat sanayine açtığı hareket alanları, firmalarımızca ve alt sektörlerimizce iyi değerlendirildi.
Hiçbir zaman konfor hissi duymayacağız
25’e yakın alt dalımızın hemen tamamında mevcut esnek ve dinamik üretim altyapımız bu krizlerde defalarca sınandığından, salgın dönemini de en kolay atlatanlardan olduk. Rakiplerimizden çok hızlı artan yatırım, üretim ve dış ticaretimizle dikkat çeker hale geldik. Makinelerimiz çeşitlenmeye, teknoloji sınıfları yükselmeye devam ediyor. Üstelik son iki yılda kurulan 100’ün üzerinde Ar-Ge merkezimizin ürünleri henüz yeni yeni ticarileşiyor.
Peki, önemli bulduğumuz bütün bu ilerlemeler bize, Adnan Başkanın yüzleşme cesareti gösterdiği “vasatlık”a rağmen konforlu hissettirebilir mi? Elbette hayır. Hemen her konuşmasında dile getirdiği gibi “son 60 yılda iki ülke var üst lige çıkabilen, ki onlar makine, elektronik ve yazılım öncülüğünde başarmışlar, ama 20 ülke var vasatlığa erişen.” Yani giderek daha kalabalıklaşan bir klasmanda, giderek daha sıkışan bir alanda mücadele ediyoruz. Bütün ülkeler kendi makinesini üretmenin peşinde ve gelişmekte olanların payı artıyor. Rekabet alabildiğine agresif; açık ve örtülü devlet destekleri alabildiğine yoğun. Bu yüzden bizim sektörümüz her ülkede stratejik ve bilâ kaydü şart öncelikli, yani imtiyazlı.
Sektörel örgütlerimiz sürükleyici olmalı
Önümüzde bütün endüstriyel alanların dönüşeceği ve temel sorumluluğu da makine imalatçıları ile sistem eyleyicilerin üstleneceği yeni bir küresel dönem açılıyor. Bu dönüşüm, büyük finansal ve sosyal maliyetlere rağmen gerçekleşecek. Liberal politikaların ulus devlet sermaye çekişmesinden daha çok, sosyal maliyetleri nedeniyle gözden düştüğü, üretimin paylaşımı ve dış ticaretin hegemonik mücadelede önemli silahlara dönüştüğü günümüzden bakarak nasıl bir endüstriyel dönüşüm tasavvur edebiliriz. Bu dönüşümün öncülüğünü yapacak olanlar ne murad ediyorlar ve sektörel örgütlerimiz nasıl bir okuma yapmalı?
Endüstride yeni bir çağın başında olduğumuz, belki 10 yılı aşkın zamandır dillerde. Körün fili tarifi gibi başlayan takdim, giderek somutlaştı. Bu çağa özellik katan, ya da mesnet olan şey, Almanların deyimi ile Sanayi 4.0, Amerikalıların deyimi ile Nesnelerin İnterneti ve Yapay Zekâ. Bizdeki adı Milli Teknoloji Hamlesi.
Hangi kavram ve içeriği ele alırsak alalım, endüstrideki yansıması, dijital tekniklerin egemen olduğu bir sanayi evresinde olduğumuza işaret ediyor. Üreteceğimiz ve ihraç edeceğimiz her bir ürün ya da hizmet, deyim yerinde ise ‘akıllı’ olmak zorunda. Sadece nihai ürünlerimiz değil, bu akıllı ürünleri üretecek proses ve iş süreçlerimiz, yatırım araç ve gereçlerimiz de akıllı olmak durumunda. Bu elbette çok zorlu bir süreçtir ama bu sürecin ana motoru her ülkede makine imalat sanayiidir. Bugün belli alanlardaki kamu politikalarında, özellikle de pilot tayin edildiğimiz Hamle Programı’nın son çağrısında bunun karşılığını nihayet görmek bizleri mutlu etmelidir.
Geleceğin teknolojilerini merkezine almış ve geniş bir yatırım alanı tarifleyen son çağrı, acil hale gelmiş ve yatırımcı bulmak zorunda olduğumuz sensör teknolojileri, robotik otomasyon sistemleri, eklemeli imalat ve otonom robot tekniklerini de içeriyor. Bu teknikleri mas etmek, yeni gelişmeleri rakiplerimizden evvel gündeme sokabilmemiz, rekabetçiliğimiz ve ihracatımızın artarak sürdürülebilirliği için büyük önem taşıyor. Hatta bunlar ülke sanayinin dönüştürülmesi için elzem konulardır. Yeter ki, yazmakta çok başarılı olduğumuz stratejileri hayata geçirmekte sorun yaşamayalım. Ve yeter ki sektörel örgütlerimiz devlet ve girişimciler arasında fonksiyonel bir ara yüz olmanın ötesine geçebilsinler.
Endüstride yeni kapışma alanları oluşuyor
Endüstriyel yaşama girmiş olan ikinci ve önemli bir başka husus ise büyümeyi sürdürülebilir kılmak. Endüstride büyüyerek ekonomiyi büyütmek meselesini Avrupa Birliği “Yeşil Mutabakat” konsepti ile formüle etti. Endüstride, bir bütün olarak ekonomide “Mutabakat” denince akla ilk gelen 1933-38 yılları arasında dönemin ABD Başkanı Franklin Roosevelt’in dünyanın ekonomik buhrandan çıkışı için önerdiği ve uyguladığı büyüme modeli “Yeni Mutabakat” (New Deal) hatırlara geliyor.
O dönemde dünyanın diğer ülkeleri bu model etrafında kendi büyüme modellerini geliştirmiş ve pozisyonlarını almışlardı. ABD’nin Trump zamanında başlattığı yeniden sanayileşme hamlesine, şimdi AB, açıkladığı yeşil mutabakatla karşılık veriyor. Endüstride sürdürülebilirlik için karbon nötr kıta, onarılabilir, yeniden kullanılabilir ürün, atıkların dönüşümü, döngüsel ekonomi gibi türlü başlıkla bezenmiş yeni bir endüstriyel büyüme modeli sunuyor.
ABD ve Çin tarafından da oldukça ciddiye alınan bu modelleme geleceğin sanayisinin hangi sütunlar üzerinde yükseleceğini de bir bakıma tayin etmektedir. Endüstride rekabet ve farkındalık, teknoloji ile birlikte yeşil mutabakat zemininde yürüyecektir. Bu konudaki AB Komisyon raporlarının detaylarını bu hafta içinde göreceğiz. Bugüne kadar genel çerçevesi, hedefleri belirtilen bu modelin nasıl bir yöntemle pratiğe geçeceğini bu haftadan itibaren öğreneceğiz. Sınırda karbon vergileri ve/veya pazarda tüketim vergileri gibi kaynaklarla finanse edilecek bu büyük sınai dönüşümün sadece sektörümüz için değil, ülkemiz için ne yükler getireceğini ve bunları hangi plan ve programlarla göğüsleyebileceğimizi ancak görüp tartışabileceğiz.
Türkiye’nin Makinecileri Yeni’yi yazmaya hazır
Hali hazırda ABD yönetimi bu model veya hedefler konusunda iyi niyet belirtmiş olsa da büyük zorluklar yaşayacağı anlaşılmaktadır. Çin yönetimi de bu hedefler doğrultusunda hareket edeceğini ilan etmiş fakat detaylı plan ve programlarını sene sonunda açıklayacaktır. Agresif stratejileri ile kendisini büyük bir tehdit olarak gören rakiplerinin argümanlarını doğrular durumdaki bu ülkenin, nasıl bir program izleyeceği merak konusudur. Küresel platformda standartların harmonizasyonu için birçok çalışmanın yapıldığı ve Çin’in ISO ayna komitelerindeki temsil gücünün hızlı arttığı bir süreçte, iç pazarda kullanılan standartlar içinde ISO ve IEC normlarının payı yüzde 25 seviyesine ne sebeple gerilemiştir...
Özetle, sektörümüzü, sanayimizi, ülkemizi önemli sınavlar bekliyor. Endüstriyel zihniyetin, tekniğin ve doğanın belirlediği, belirleyici olduğu bu yaşam bizleri zaten her gün test ediyor. Refah ve mutluluğa giden yol makus talihle hesaplaşmaktan, yeniye yeni ile yanıt vermekten geçmektedir. Biz, Türkiye’nin Makinecileri olarak, gerektiğinde iplerimizi uç uca ekleyerek, Yeni’yi yazmaya hazırız!