Yeterince strateji(k) yazıldı mı?

Makine ihracatçılarının temsil edildiği tek kurum olan MAİB, 2002 yılı baharında elbirliğiyle kuruluşundan itibaren onlarca sektörel strateji belgesinin yazımında görev aldı. Bunların bir kısmı sektörümüz için kendi bilgi ve tecrübemizle yoğurduğumuz, küresel rekabetçi olabilmek vizyonuyla şekil verdiğimiz raporlardı. Bu raporlar üretimle, verimlilikle, rekabetçilikle, tanıtım ve ihracatla ilgili konularda, yani çeşitli alt başlıklarda sektörün durumunu irdeleyen ve aksayan yanlarını çözüm önerileriyle birlikte ortaya koyan dokümanlardı. Tüm dokümanlar açık kaynak olarak paylaşıldılar.

Devletin sorumlu mercilerince hazırlanan bu raporların büyük kısmı, gelişmiş ülkelerle karşılaştırmalı olarak makine imalat sektörünün ülkemizin kalkınmasındaki temel rolünün altını çizen, makine sektörünü en çabuk şekilde güçlendirmek üzere adım adım yapılması gerekenleri metne geçiren ve yazan kurumun başta kendi olmak üzere diğer tüm paydaşlara da görevler verdiği çalışmalardı. Yirmi yıla yakın bu süre içerisinde birçok strateji belgesi, daha önce yazılmışların da üzerinden geçerek büyük emeklerle hazırlandı ve uygulamaya sokuldu. Bazıları Resmî Gazete’de ilan edilerek birer SİYASET BELGESİ haline geldiler.

Strateji kavramının yükselişi

Aynı sektör veya alan için yazılmış bunca rapor ve çalışma, ister istemez akla “strateji nedir?” sorusunu getiriyor. Bunca raporun birbirinden farkı neydi? Farklı değillerse neden yazılmışlardı? Birbirlerini tamamlayan, öncekinin üzerine koyan, onu yükselten, etki alanını geliştiren dokümanlar mıydılar yoksa tekrara düşen metinler mi? Seneler içinde ortaya çıkan yeni ihtiyaçları ele alan ya da hızla değişen dünyaya ayak uydurmanın yollarının belirlendiği çalışmaların neticeleri miydiler yoksa sancılı konularda acil tedbirler içeren tedbir paketleri mi? Uygulamaların sonuçlarını irdeleyen, performansını ölçen ve revizyonlarla güncel hale getirilen siyaset belgeleri miydiler yoksa öncekinin neticelerini görmezden gelen ve ilk defa yazılıyormuş gibi yeni doğrultular çizen planlar mı? O kadar farklı elden o kadar çok rapor çıkmıştır ki, elbette fedakârlık ve iyi niyetle, bu soruları bir çırpıda yanıtlamak kolay değildir.

Askeri bir terim olan ve kara ordularını yönetme sanatı olarak insanlığın diline giren STRATEJİ kavramı, biz sivillerce önceden belirlenen herhangi bir amaca ulaşmak için izlenen yolların ve uygulanan yöntemlerin tümü anlamında kullanılıyor. STRATEJİK ise strateji ile ilgili olan demektir. Yani politik, ekonomik, psikolojik, sınai, teknik veya kimin hangi maksadına nasıl hizmet edecek ise onun için önemli olandır. İş dünyasına 1960’lıyıllarda giren kavramın özellikle kurumsallaşmakta zirve yaptığı 1980’li yıllarda, tarihteki eski kullanımından farklı olarak, tamamıyla yok etme üzerine kurulu olmamaya başladığı görülmektedir. Strateji günümüzde, güç ve diğer faktörlerin optimizasyonu ile üstünlük sağlamak, ÖNE GEÇMEK üzere kurgulanmaktadır.

Türkiye İçin Bir Sanayi Stratejisi Nasıl Yazılır?

“Stratejik Planlamanın Yükselişi ve Çöküşü” kitabıyla kalıplaşmış birçok kavramı altüst eden strateji uzmanı Henry Mintzberg, stratejilerin yorum ve uygulama esnekliği taşıması gereğine dikkat çeker. Nedenselliğin, yani her şeyin bir sebebi olduğu ve kendisinin de bir başka şeye neden olacağı olgusunun dikkate alınmayacağı stratejilerin yazılamayacağını savunur. Stratejinin belirli ÖN KABULLERLE geliştirilmesi gerektiği, detaylı, alt yapısı çok sağlam bilgilerden ziyade tam olgunlaşmamış enformasyonlar üzerine kurulmak zorunda olduğu vurgusu Mintzberg’in vazgeçilmezidir. Bir başka deyişle, bu askeri sanat karşındakinin ne tür hamleler yapacağını ön görmeye dayalıdır ve ön kabuller üzerine kurulup, geliştirilmelidir. Hal böyleyse, bir strateji belgesinin içinde KARŞIDAKİLER veya RAKİPLER mutlaka olmak durumundadırlar. Onların ne yaptıkları ve bundan sonra ne yapabilecekleri, yorum ve uygulama esnekliği içermek şartıyla bir strateji belgesinin satırları içinde yer almalıdır. 

Örneğin Türkiye için bir sanayi stratejisi yazacak isek, ileri ülkelerin geçtikleri yollar ve dünya teknoloji ve mal üretimi ve ticareti içinde aldıkları büyük payların nasıl sağlandığı önemli bir araştırma konusudur. Sanayinin GSMH içindeki payı en az %25- 40 aralığında olan bu ülkeleri karşıdaki ya da rakip veya yakalanması gereken bir seviye olarak görmek demek, onların ilk üç ihraç kaleminin ikisinin MAKİNE ve ELEKTRONİK olduğunu görmek anlamına gelir. Yani sanayinin payını %15’den %25’in üzerine çıkarmanın yolu makine ve elektroniği, onları birbirine adapte eden YAZILIM ile birlikte stratejik kabul etmekten ve gereğini yerine getirmekten geçmektedir.

Bu durum rakiplerin bugününü anlatıyor. Ya yarın? Günümüzde çok önemli üç konu tüm ülkelerin gündeminde; küresel ticarette korumacılık ve bu politikaların yıkıcı etkisi, küresel İklim değişimi ve dijitalleşme ya da yapay zekâ!

Stratejik dönüşümün merkezi: Makine

Bir bütün olarak sosyo-kültürel ve iş yaşamımızı direkt etkileyen ve daha da etkili hale gelecek olan bir Dijital Dönüşüm süreci içinde bulunuyoruz. Bu dönüşüm ile alışık olduğumuz birçok şey değişecek ve “yeni”ye evrilecektir. Bu “yeni”nin tanımı henüz vizyon aşamasında. Küresel anlamda tek bir tanım, tek bir doğru yok! Tanım ve vizyon her ülkeye, coğrafyaya, devlete, sanayiye ve işletmeye göre değişecektir. Yalnız bir gerçek var ki, o her yerde aynı şeyi içermektedir. ÜRETİM odaklı toplumlarda dönüşümün merkezinde MAKİNE vardır! Makine’yi üreten Akıl’a, Zeka’ya şimdilerde YAPAY ZEKA’yı da eklemleyerek, entegre ederek ya da daha doğru bir tanımla interdisipliner bir yaklaşımla ‘YENİ’yi tanımlamak, üretmek sürecindeyiz.

Bugüne kadar kendi alanlarında, kulvarlarında gelişen tüm disiplinler arasında artık bir ORTAKLAŞMA başlayacaktır. Makine, elektronik ve bilişim disiplinleri arasındaki kalın duvarlar yıkılmaya devam etmektedir. Makine’yi tanımayan kişilerin makine için yazılım yapamayacağı- yapsa da başarılı olamayacağı- ama yazılımı olmayan bir makinenin de “akıllı” hale dönüşemeyeceği bir gerçektir! Her disiplin alanı birbirine eskiye nazaran daha fazla muhtaçtır.

Gelecek dönemi belirleyen en büyük maharet, disiplinler arası iş birliğini geliştirmek ve güçlendirmek olacaktır. Yeni dönemin sorunları, görevleri, kimsenin tek başına altından kalkabileceği, hiçbirimizin basit yöntemlerle üstesinden gelebileceği bir süreç değildir. Kamu, Üniversite, Sektör Kurumları ve İşletmeler arasında koordinasyon ve iş birliği, ORTAK BİR VİZYON ekseninde kesişip gelişmezse yeni dönemin görevlerini ifa etmek hiç de kolay olmayacaktır!