Tekstil: Makinenin, yani sanayileşmenin atası/anası
Tekstil, tıpkı tarım ve hayvancılık gibi medeniyetin gelişimine en uzun süre eşlik eden meşgalelerden biridir. Arkeolojik kazı çalışmalarından elde edilen yeni bulgulara göre, sanayileşme tarihinde ilk karşılaştığımız nesneler tekstil ürünleri ve makineleridir. Dış ticaretle ilgili ilk teorilerde de uluslararası iş bölümü teorilerinin ilk örneklemelerinde de tekstil ürünleri ve bunları işleyen makineler hep odak noktasıdır.
Güneybatı Almanya’da, paleolitik döneme ait bir mağarada bulunan ve ip yapımında kullanılmış fildişinden bir aletin 40 bin yıllık olduğu tahmin ediliyor. Çatalhöyük kazılarında ortaya çıkan ilk kumaşın 9 bin yıl öncesine ait olduğu ve kendirden dokunduğu biliniyor. Petrie Müzesi’nde sergilenen “Tarkhan Elbisesi“ dünyanın bilinen en eski dokuma kumaşından üretilmiş. Literatüre göre 5.500 yaşındaki elbise, Antik Mısır döneminde sosyal statüsü yüksek bir kadın tarafından giyilmiş ve üç parça kumaştan büyük bir ustalık ve özenle dikilmiş. Leningrad Müzesi’nde sergilenen düğümlü ilk halı olan “Pazirik“, gördes tekniğiyle dokunmuş bir Türk halısı ve M.Ö. 5. yüz yılda üretilmiş. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.
İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri olan örtünme ile başlayan bu süreç, çeşitlenerek insanlar arası ilk mübadelenin, ticaretin de ana konusu olmuştur. Dokuma tezgâh ve atölyelerinin otomasyonunun, modern olarak adlandırılan teknikle buluşması ise 1760’lı yıllardan itibaren İngiltere’de gerçekleşmiştir. Buhar gücü kullanan ve power loom olarak bilinen ilk dokuma tezgâhı Dr. Edmund Cartwright tarafından 1786 yılında kurulmuş, sanayileşmenin başlangıcı olarak kabul edilen buhar gücü ile çalışan makinelerin ilk kullanıldığı yer de tekstil sektörü olmuştur.
Sektörde makinelerin büyümesiyle geniş mekân ihtiyacı oluşurken üretimin büyük binalarda toplaşması, arızalar kaynaklı duraksamaların azalması, ham ve mamul madde ikmalinin kolaylaşması gibi sevk ve idareyi kolaylaştırıcı birçok fayda ortaya çıkmıştır. Tekstil üretimi ayrıca mesai, iş disiplini ve güvenliği, ölçek ve verimlilik, kalite, makine kiralama ve taşeronluk gibi bugün dilimizden düşürmediğimiz pek çok kavramı da çalışma hayatımıza katmıştır. İşte tüm bu nedenlerle tekstil denince akla herhangi bir iş kolu değil; makinenin, yani sanayileşmenin atası/anası bir sektör gelmektedir.
“Türkiye önemli bir tekstil ve konfeksiyon üreticisi”
Tekstil üretimi ülkemizde de erken dönemlerden başlayarak günümüze kadar önemli bir ihracat ürünü, marka bir faaliyet alanı olmuştur. Konunun ilginç yönü; tekstil üretim artışımızın, maalesef tekstil makine ithalat artışımızla kol kola yürümüş olmasıdır. Çünkü küresel olarak oldukça rekabetçi tekstil ürünleri üreten fabrikalarımız, bunların makine ve sair donanımlarını uzun bir süre ithalatla karşılamıştır.
Fakat son dönemde bir kırılma yaşandığını, makine sektörümüzün bu branşta da gelişmesiyle, bu konuda pozitif bir dönüşüm yaşandığını söyleyebiliriz. Düne kadar sadece tekstil ürünleri ihraç eden ama bu ürünleri üretmek için ihtiyaç duyduğu makineleri ithal eden bu sektörde, tekstil makine imalatımızla birlikte ihracatımız da dikkat çekici bir hız kazanmıştır. Bu iyileşmeyi olumlu bulmakla birlikte, henüz sürecin başında olduğumuzu ve gidecek çok yolumuz olduğunu da eklemek lazım.
Dış ticaret perspektifinden baktığımızda, 2020 yılında tekstil ve tekstil ham maddesi küresel ihracatının 350 milyar dolar, hazır giyim ihracatının ise 550 milyar dolar kadar olduğunu görüyoruz. Bu iki kalemin toplamı, dünya mal ticaretinin yüzde 5’inden fazlasını kapsıyor. Bu alanı domine edenlerden Çin ve AB’nin toplam payları yüzde 60’ın üzerinde ve Çin’in ihracatı ölçek ekonomisiyle istikrarlı biçimde artarken, marka ve modadaki başarısına rağmen AB’nin payı sürekli düşüyor. Çin pozitif değer yaratırken AB’nin açığı artıyor.
Tekstilde Türkiye dünya genelinde Hindistan’ın ardından 5. sırada… Bu alanda yüzde 3’e yakın payımız var. Hazır giyimde ise bu kez Vietnam’ın ardında 5. sıradayız ve bu alanda da yüzde 3,2 payımız var. Yani önemli bir tekstil ve konfeksiyon ülkesiyiz. Üretimimiz ve ihracatımız artarken bu ilerleme makine imalatımıza da yansıyor diyebiliriz.
“Makineleri verenler ana sektörün de egemenleri olur”
Geçtiğimiz yıl 20 trilyonu aşan küresel mal ticaretinin en büyük kalemi yine makinelerdi; yüzde 12 civarında bir paya sahipti. Makine dış ticaretinin yılda 2,3 trilyon dolar seviyesinde bir hacmi var ve tekstil makineleri bu geniş ticaret alanında 26,6 milyar dolarlık yapısıyla, aslında çok büyük bir yer tutmuyor. Bu durumun yeşil ve dijital dönüşüm sürecinde biraz değişeceğini söyleyebiliriz. Diğer taraftan gerek teknolojinin çok-katmanlı ve çok-disiplinli yapısı gerekse endüstri politikteki teknolojik egemenlik ya da bağımsızlık meselesi, makine imalatının hiçbir dalından sarfı nazar edilmesine imkân tanımıyor.
Kalkınma rotası belli olan bir ülkenin, bir kısım makineleri geliştirip, geri kalanını ithal etmek gibi bir lüksü olmaz. Böyle bir anlayışa sahip olanlar ne girift teknoloji ekosistemini geliştirebilirler ne de endüstrinin bütün dallarında rekabetçi olabilirler. Bu yüzden, büyük ve yaygın makine sektörünün, ister genel maksatlı veya özel maksatlı makine gruplarında isterse üretim, konfor veya hizmet gereçlerinde gelişmiş ve kendini kabul ettirmiş ülkeler, her alanda karşımıza çıkıyorlar.
Almanya, Çin, Japonya ve İtalya kendi makineleriyle dünya üretim ve ticaretinin her alanını baskılıyor. Bir başka deyişle, onların makine geliştirmelerine kaynak aktarmaya son verip kendi teknolojileriyle ilerlemedikçe, diğer ülkeler hemen her sektörde onların arkasında kalmayı sürdürüyor. 26,6 milyar dolarlık tekstil ve konfeksiyon makineleri ihracatının liderliğini de yine bu 4 ülke yürütüyor: Çin (yüzde 23), Almanya (yüzde 13), Japonya (yüzde 9) ve İtalya (yüzde 7).
“İlk hedef dış ticaret fazlası vermek olmalıdır”
Türkiye ise tekstil ve konfeksiyon makineleri alanında yüzde 3 pay ve 788 milyon dolar ihracat ile 10. sırada geliyor. Önümüzdeki 9 ülkenin payının yüzde 70’i bulması nedeniyle oldukça kemikleşmiş bir pazar kompozisyonu ile karşı karşıyayız ancak Çin’in ihracatının 2’ye katlandığı son 10 yılda, ülkemizin tekstil ve konfeksiyon makineleri ihracatının 4’e katlanmasını cesaret verici buluyoruz. 8 alt dalı olan bu sektörde, en güçlü olduğumuz ürün grubu, ihracatımızdan aldığı yüzde 85 payla dokuma maddelerini yıkama, kurutma ve ütüleme makineleri. Bu dalda yüzde 7’den fazla paya sahibiz ve 6. sırada bulunuyoruz.
Tekstil ve konfeksiyon makineleri ihracatında payımız yüzde 3 ama ithalatındaki payımız yüzde 4 olunca, ülkemiz bu ürün gruplarının dış ticaretinden 367,8 milyon dolar açık veriyor. Burada iki ana etken, yıkama makineleri dışında kalan 7 dalın çoğunda teknoloji ve marka eksiğimizin oluşu ve komponentlerini başarıyla imal ettikleri halde makinelerin tamamını üreten firmalarımızın noksanlığı. Ticaret hacminin iyice küçülüp daraldığı bu alanlar, önemli Ar-Ge harcaması gerektiren yeni ürün yatırımlarını bir taraftan ölçek fizibilitesinin uzağına iterken, öte yanda katma değerin oransal yüksekliğini gizleyebiliyor ancak; mevcut firmalarımızın ürün gamlarını genişletmeleri için bir potansiyel de sağlıyor.
Aslında tekstil ve konfeksiyon makinelerimizin dünya genelinde ihracatta 10. sırada, ithalatta 6. sırada olması, makine dallarımızın diğerleriyle mukayese edildiğinde hayli önemli bir performans. Türkiye’nin 2021 sonunda ulaştığı 23 milyar dolarlık makine ihracatı ile küresel ölçekte yüzde 1 paya kavuşmasında üzerine düşeni layıkıyla yapan ve ortalamamızı yükselten bir alt sektörle karşılaşıyoruz. Rekabetçi olamadığı diğer dallarını da geliştirdiğinde çok daha önemli bir seviyeye yükseleceğini açık biçimde görüyor ve ilk hedefinin dış ticaret fazlası vermek olduğunu düşünüyorum.
Çağımızda tekstil ürünlerinde aranan sürdürülebilirlik ilkesi, tekstil ve konfeksiyon makine üreticilerimizi yeni bir görevle karşı karşıya getirmektedir. Bu iki sektörün yeşil üretimi başarabilmesi için yeni üretim teknolojilerinin ve gereçlerinin geliştirilmesi ve kullanılması zorunludur. Uzun süredir tekstil sektöründe verimliliği artıracak tek unsur olarak makinelerimizin dijitalleşmesi gündemde iken şimdi yeşil hedeflerle görev ve sorumluluklar daha da artmıştır.
“Ülkemizin çok güçlü olduğu iki sektördeki iş birliğine büyük katkı sağlayacak”
Bu sunuş yazıma vesile olan Tekstil ve Makine Sanayi Etkileşimi Raporunun son bölümünde yer alan sektörel ankete ayrı bir önem atfetmek ve katılanlara teşekkür etmek lüzumu duyuyorum. Yüzde 32’si alanında 21 yıl ve üzerinde tecrübeye sahip, yüzde 37’si yüksek lisans veya doktora yapmış, yüzde 50’si mühendis olan katılımcıların tespitlerindeki isabetten şüphe duyulamaz olduğu kanaatindeyim. Temsil ettikleri kuruluşların yüzde 52’sinin kendi alanlarında 21 yıl ve üzerinde tecrübeye sahip oluşu, yüzde 97’sinin kendi markasıyla üretim yapışı ve son olarak yüzde 66’sının da patentinin bulunması fevkalade nitelikli bir sektöre işaret ediyor.